Yöntem

İtikatta Metod

 

 

– Metod/Yöntem Ne Demektir:

 

Metod/Yöntem kelimesi bir amaca ulaşmak için bir şeyi bazı ilkelere ve bir düzene göre söyleme, yapma tarzı davranma tarzı olarak bilinir, Arapça‘daki usul ile ifade edilmektedir. Belli bir sonuca varmak için tutulması gereken yolların tümüne, bütününe verilen isimdir. Kısaca hedefe giden yol demektir. Türkçe‘de yöntem kelimesi de kullanılır.

Metod öyle birşeydir ki onun gereğini yapmazsanız ondan umulan sonuca ulaşamazsınız. Böyle olunca da metod, olmazsa olmaz cinsinden bir şeydir.

Burada bizim asıl konumuz akideyi tesbit etme olduğuna göre akideyi belirleme yöntemi(metodu) akideyi tesbit etme/öğrenme hedefine/amacına götüren yol ve ana kurallar demektir.

 

  1. İman-Akide kavramları

 

İtikad/Akide, ‘akade’ kökünden türeme bir kelime olup:

  • düğünlenip kalma
  • bir şeye bağlanma

bilerek inanma, aklen ve kalben tasdik etme anlamında kullanılmaktadır.

 

Şüphesiz ki kişilerin hayatında en önemli yönlendirici güç akideleri, yani dünya görüşleridir. Dünya görüşünü ise; insan, hayat, kainat ve Allah hakkındaki görüşleri tayin eder. Şu halde hayatta en önemli konu insanın kendi varlığı çevresindeki eşyanın varlığı ile ilgili olarak kafasında oluşan sorulara verdiği cevaplarıdır:: Ben kimim, nereden geldim nereye gidiyorum, yaratılışın  amacı nedir, insan niye yaratılmış ve benzeri sorulara verilen cevaplar kişinin akidesini meydana getirir. Kısaca akide insanın hayata, dünyaya bakışını yansıtan(o konularda nasıl düşündüğünü gösteren) düşüncelerinin hepsidir.

 

İtikad denildiğinde akdin konusuna giren hususlar mevzuubahistir. Akdin tarafları söz konusudur. Akde riayet sözkonusudur. Akdi bozmanın sonuçları söz konusudur. Allah ile kul arasında yapılan akdin konusu teslimiyettir.

 

İman ise akide kavramının eşanlamlısıdır, yani aynı manaya geliyor. İman kelimesi kökü itibariyle ‘emin olmak-şüphesi kalmamak’ demektir. İmanın olabilmesi için en önemli şartlar:

  1. bilgi
  2. tasdik

 

Bilgi sağlam/doğru olursa iman da sağlam olur. İman bilgiye dayanır, dayanmalı. Bu bilgi ise içinde şüphe barındırmamalı, ki emin olma manasında imandan bahsedelim. Eğer yukarıda saydığımız hayatın anlamıyla ilgili sorulara verdiğiniz cevaplardan eminseniz, kalbiniz bunları tasdik ediyorsa, o zaman o bilgilere/görüşlere iman ediyorsunuz demektir.

 

Örnek 1:

 

Siz ‘bu kainat niçin var ?’ sorusuna ‘Kainatı Allah belli bir amaç için yaratmıştır’ diye cevap veriyorsanız ve bundan da eminseniz, yani o konuda şüpheniz yoksa o zaman siz Allah’ın kainatı belli bir gaye ile yarattığına iman ediyorsunuz, yani inanıyorsunuz demektir.

 


 

2- Akidenin önemi

 

  • İman ve amel yapı itibariyle farklı oldukları için usulde de farklılıklar vardır.
  • Mesela amelde bir hata ile itikadda bir hata aynı değerlendirilmez.
  • İtikad/iman bıçak sırtı bir meseledir.

 

 

3-  Akideyi tesbit etmede ölçü/yöntem

 

Bir bilginin inancımızda yer alması için genel olarak şu üç şart yerine gelmesi lazım:

 

  1. bilgi/görüş/inanç hak-hakikat olmalı, ki bu da yalnız Allah’ın sözü/bildirdiği olabilir.
  2. bilgi bize değişikliğe uğramadan, orijinalliğini koruyarak ulaşmalı
  3. bilginin manası açık ve tek manalı olmalı, yani tek bir manası olmalı, birden çok manası olmamalı, değişik şekillerde yorumlanamamalı

 

Örnek: Padişah bir mektupla valisine bir emir yolluyor. Eğer vali Padişahını kabul ediyorsa(iman ediyorsa), ki ediyordur, o zaman problem vali açısından şu noktalarda çıkabilir:

  • bu ferman bana emin yollarla mı geldi
  • yoksa yolda tahrifata(içini-sözlerini değiştirenler ) uğratanlar oldu mu?
  • veya bu ferman sahte mi? Yani padişaha ait olmadığı halde ona aittir mi deniyor ? Aldatılıyor muyum ? Bunları merak eder, araştırırız.
  • sahte olup olmadığını, değiştirilip değiştilmediğini tesbit için bazı deliller aranacak, örneğin mühüre bakılır veya o emri getiren elçinin güvenilir olup olmadığı araştırılır/kontrol edilir ve benzeri metotlarla emin olmak(iman etmek) için bir çabanın içerine girilir
  • şayet emin yollarla geldiği tesbit edilirse en son olarak şu soruyu sorar vali: Padişahın bu fermandaki emirleri açık-anlaşılır mı? Yoksa çok kapalı şifreli ifadeler/kelimeler mi kullanmış ? Aksi takdirde yanlış anlama olabilir, eğer tek manalı ifade edilmemişse.

 

  1. İtikadın temel kaynağı: Kur’an

 

Kur’an İslam Akidesinin tek kaynağıdır.

 

Çünkü:

  1. İslam Dini Allah’ın dinidir
  2. Allah kendi dininin inanç esaslarını/akidesini elbette kendisi belirler
  3. Allah belirlediği bu akideyi vahiy dediğimiz yol ile Peygamberlerine göndermiştir. Bu vahiy Kur’an’dır.
  4. Kur’an bize 1400 seneden beri Allah’ın koruması ile hiç değişmeden, tahrife uğramadan, hiçbir şeyler eklenip-çıkartılamadan gelmiştir. Yani Allah’ın bize gönderdiği bilgiler elimizin altında mevcut, hem de orijinal haliyle.
  5. Kur’an’ın inanç konularına değinen ayetleri açık ve tek manalı
  6. O halde Kur’an akidemizin temel kaynağıdır.

 

  1. Konumuzla ilgili Kur’an’dan Ölçüler/Prensipler:

 

  1. İtikadı Allah belirler, Onun bir sözü varsa inanılır:

 

Akide gaybi konularla ilgili olduğundan ve gaybı sadece Allah bildiğinden iman edilecek esasları da onun bildirmiş olması gerekir.

 

Gayb hangi manaya geliyor:

 

  • Gayb kişinin beş duyu vasıtasıyla ulaşamadığı bilgilerdir(yani deney ve gözlem yoluyla veya mantıksal çıkarım yoluyla elde edilemeyen bilgiler). Bunlar cennet cehennem, melekler, Allah’ın kainatı niçin yarattığı konusu ve benzeri inanç konularıyla ilgili bilgilerdir. İnanç konuları gaybidir.

 

Ayetler:

 

  • Gaybın anahtarları Allah’ın katındadır. Onları O’ndan başkası asla bilemez. (6/Enam Suresi 59 ayet)
  • O, gaybı bilendir ve gaybını, kendisinden razı olduğu elçileri dışında kimseye bildirmez. (72/Cinn Suresi, 26-28. ayetler)
  • Ve dediler ki: Sayılı günlerin dışında, ateş asla bize değmeyecektir. De ki: Allah katından bir ahid mi aldınız? Ki Allah asla ahdinden dönmez – Yoksa Allah’a karşı bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz? (2/Bakara suresi, 80. ayet)
  • Eğer doğru sözlülerseniz hüccetinizi/delilinizi getirin. (Ayet)

 

  1. İtikatta zanna yer yoktur-Eğer bir sözde herhangi bir şekilde zannilik varsa delil olamaz:

 

Zann hangi manaya geliyor:

  • Zann, şüphe, sanı, sezgi, tahmin manasında.
  • Dayanıksız, temelsiz, delilsiz bir düşünceyi, bir tahmini gösterir.
  • Araştırılmadan, kesinlik kazandırılmamış düşüncelerdir.

 

Zann/şüphe üç durumda olabilir:

  1. İçerik bakımından (o söz doğru mu ?)
  2. Sübut bakımından (o söz gerçekten sahibine ait mi ?)
  3. Mana bakımından (o söz tek manalı mı ?)

 

Ayetler:

  • Bu putlar sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka birşey değildir. Allah buna dair bir delil indirmemiştir. Kendilerine Rablerinden doğruluk rehberi gelmiş olduğu halde, onlar sadece zanna ve canlarının istediğine uymaktadırlar. (53/Necm Suresi, 23. ayet)
  • Onların çoğu zanna uyar. Zann ise gerçekle ilgili hiçbir şey ifade etmez. Doğrusu Allah onların yaptıklarını bilmektedir. (10/Yunus Suresi, 36. ayet)
  • Ahirete inanmayanlar, meleklere dişi adları takarlar. Oysa onların bu hususta bir bilgileri yoktur, sadece zanna uymaktadırlar, zann ise gerçek karşısında hiçbir yarar sağlamaz. (53/Necm Suresi, 27-28 ayetler)
  • Zanndan kaçınınız, zannın bir kısmı günahtır.’(49/Hucurat Suresi 12. ayet)

 

Akidevi konularda zanna dayanmak

Allah’a karşı yalan uydurmak ve iftira etmektir.

 

İtikatta zanna yer yoktur. İnsanlar arasında bile zanna uyarak hareket etmenin ne kadar kötü sonuçlar doğurduğuna ve doğuracağına değinen ayetler (ve yaşadığımız tecrübeler), itikadda zann bulunmasının asla kabul edilemeyeceğini, zannın bulunması halinde(doğruluğu %100 sabit olan bir bilgi kaynağına dayanmaması halinde) akdin fesada uğrayacağını belirtmektedirler.

 

  1. İtikatta Hadislerin Yeri:

 

Hadis nedir:

  • Hadis peygamberimizin söylediği söylenen sözleridir. Ona aitliği konusunda kesinlik yoktur, yani zannidir. İçinde peygamberin sözünün bulunma ihtimali vardır. Hadislere ‘içinde Peygambere (a.s.) ait sözlerin bulunması ihtimali olan metinler.’ gözü ile bakılmalıdır.

 

Hadisler Zannidir(Peygamberimize aidiyeti yüzde yüz kesin değildir anlamında):

 

Sebepleri:

 

  1. Hadisler Kur’an gibi Allah’ın koruması altında değildirler. Bu da hadisleri, şeytanın, nefsin, İslam düşmanlarının, dikkatsizliklerin, yanılmaların, iyi niyetli uydurmaların ve benzeri şeylerin etkisine açık bırakıyor.
  2. Hadisleri ve onları rivayet eden kişileri değerlendiren hadis alimleri masum değildirler, hatadan uzak değildirler. Bu alimlerin hiçbirine vahiy gelmiyor, yaptıkları yanlışlar vahiyle düzeltilmiyordu. Dolayısıyla gösterdikleri çabalardan tam inanç elde edilemez. İnsanlar, daha Peygamber hayattayken, onun bir sözü söyleyip söylemediği, söylemişse şöylece bir anlama gelip gelmediği hususunda ihtilafa düşmüşlerdir.

Alimlerin yanılgılarının değişik şekilleri olabilir: örn.: hadisleri nakleden ravileri yanlış değerlendirmiş olabilirler. Güvenilir olmayan kişiler, -kusurları bilinmediğinden, tesbit edilemediğinden, saklı kaldığından- güvenilir kabul edilmiş olabilir, alimler ravilere aldanmış olabilirler. (Peygamberimiz de ‘siz beni aldatabilirsiniz’ diyordu), çünkü insanların iç hallerini bilmek çok zor, ravi münafık olabilir (her şeyi bilen Allah’tır, peygamberimiz de kendi çevresindeki münafıkları bilmiyordu)

Bir hadis aliminin zayıf saymadığı bir raviyi veya hadisi, diğer bir hadis aliminin zayıf sayması daima ihtimal dahilindedir. Muhaddisler Buharinin 80 ravisini zayıf görmüşlerdir. Gerçekte bu sorun çok çetin bir sorundur. İnsanların iç hallerini bilmek mümkün değildir. Açık hatalar görülür ama gizlide yapılanlar bilinmez.

Cerh ve tadil alimlerinin önde gelenlerinden olan Abdurrahman ibn Mehdiye göre güvenilir olan nice raviler vardır ki, Yahya b. Said el Kattan’a göre güvenilir değildirler. Oysa ravi tenkidinin temel danışma odakları bu iki şahıstır.

Örnek: Hakkında çelişkili hüküm verilenlerin en bariz örneklerinden biri de İkrimedir. Sahabe İbn Abbas’ın kölesi olan İkrime bazı hadis alimleri tarafından yalancılık ve Harici görüşler benimsemekle, yöneticilerin ödüllerini kabul etmekle suçlanmış ve yalanından bir çok örnek anlatılmıştır.

Mesela Tabiinden(sahabe sonrası nesil) Said b. Müseyyeb kölesi Bürde: ‘İkrime’nin İbn Abbas’ın üstüne yalan atması gibi sen de benim üstüme yalanlar atma’ dediği anlatılır. Bu zat İkrime’nin birçok hadisini yalanlamıştır.

Kasım da:’İkrime yalancıdır. Sabahleyin bir hadis söyler, akşamleyin onun tersini söyler.’ demiştir.

Bunların yanında İkrime’yi güvenilir, sağlam görenler de vardır. Taberi ona tam güvenmiş, tefsirini ve tarih kitabını onun aktardığı hadislerle doldurmuştur. Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Main gibi hadisçiler de İkrime’yi sağlam görmüşlerdir.

Bundan dolayı Buhari onun sağlamlık tarafını yeğliyerek ondan bir çok hadis rivayet etmiştir. Müslim ise onun yalancılık tarafını daha kuvvetli bulmuş ve bir tek hadis dışında ondan hadis almamıştır. Hac konusunda ondan aldığı hadisi de Said b. Cübeyr’den yaptığı rivayetle desteklemiştir.

Bu örneklerden olayın sübjektifliği, zanniliği ortaya çıkıyor.

  1. Hadisleri rivayet eden kişiler(raviler) güvenilir de olsalar masum değildirler ve dolayısıyla yanılabilirler, hata yapabilirler, hadisi yanlış anlayabilirler, maksadının dışında anlayabilirler, unutabilirler, eksik, yanlış veya fazlalıkla rivayet edebilirler.
  2. Raviler iyi niyetle hadis uydurmuş olabilirler, ki tarihte böyle hadislerin de uydurulduğu tesbit edilmiştir. İmam Müslim Cerh alimi Yahya b. Said el Kattan’ın şu ifadesini rivayet eder:’Salih kişileri hadiste olduğu kadar hiçbir şeyde yalancı görmedik.’(Müslim, Sahih, (Mukaddime), C. I, S. 13) Bu noktadan bakıldığında da hadisin gerçekten iyi niyetle uydurulmadığının garantisinin verilemeyeceği ortaya çıkıyor, velev ki ravi bunu itiraf etsin.
  3. Hadislerin söylendiği ortam, zaman ve zemin, muhatabın kimliği gibi şartlar da (sebebi vürud) önemlidir. Hadis kaynaklarında genelde bu bilgiler bulunmuyor. Halbuki bağlamından(Zusammenhang) kopartılan hiçbir söz yanlış anlaşılma riskinden muaf değildir. Resul ‘karnınıza taş bağlayın’ demiştir. İçinde bulunduğu şartları düşünmeden bunu yaparsanız anlamsız bir hareket olur.
  4. Hadisler Peygamberimizin vefatından çok sonraları yazıya geçirilmiştir. Bu zaman zarfında (150-200 sene boyunca) kulaktan kulağa ağızdan ağıza dolaşmışlardır. Bu kadar süre geçince bir sözü tam eksiksiz nakletmek mümkün değil, değişikliğe uğramadan nakletmek her zaman mümkün değildir.
  5. Yine hadis alimlerinin ittifakla bildirdiklerine göre, hadislerin bazılarının kelimeleri /lafızları Peygambere ait olmayıp, sadece Peygambere ait manaları hadis ravileri tarafından lafızlandırılmış şeklidir, yani kendi kelimeleriyle, ifadeleriyle aktarmışlar. Raviler o sözü, kendi anladıkları biçimde ve kendi sözleriyle anlatmışlardır. İkinci duyan da aynı ölçü ile hareket ederse, Peygamberin sözünün 200 yıl sonrasına kadar ne derece tam onun söylediği biçimde gitmiş olur? Bundan dolayı peygamberden nakledilen sözler arasına bilerek veya bilmeyerek pek çok başka sözler ve düşünceler karışmış olabilir. Bu hiç bir hadisin tam olarak ve aslına uygun olarak gelmediği anlamına gelmez. Söylenmek istenen nesilden nesile yapılan manaca sözlü aktarımlar hadislerin anlamlarını değişik şekillere dönüştürebiliyor. Bu da hadislerin zanni oluşuna delalet ediyor.

Onun için Süfyan Sevri: ‘ Eğer size anlattıklarımı kalıb olarak anlatsam, bir tek hadis bile anlatamam’ demiştir.

Kendi naklettiği hadislerin Mervan’ın emri ile yazıya aktarıldığını duyan sahabeden Zeyd b. Sabit: ‘Ne biliyorsunuz, belki size söylediğim şey, benim anlattığım gibi değildir.’ der ve kızar.

 

Yapılan hadis tanımının doğru olduğunu gösteren sahabeye kadar dayandırılan örnekler vardır:

  • Ebu Amr eş Şeybani anlatıyor:’ İbn. Mesud’un yanında bir yıl kaldım. Hadis rivayet ederken ‘Peygamber buyurdu’ demezdi. Eğer bu ifadeyi kullanırsa O’nu bir titreme alırdı ve ‘Peygamber böyle veya bu mealde buyurdu’ derdi.
  • Bu rivayetten İ. Mesudun hadis rivayeti konusunda ne kadar titiz ve dikkatli olduğu ortaya çıkıyor. İ. Mesud’un sahabe yani peygamberin sözlerini bizzat dinlediği unutulmamalı. O bile ‘peygamber sözü’ demiyorsa ondan sonra gelenler acaba nasıl bir titizlik göstermeleri gerekir. (Tevhid ve Değişim, C. Vatandaş, S. 86)
  • İbn Ebi Leyla’nın ‘Zeyd b. Erkam’ın yanına gidip de bize hadis rivayet etmesini istediğimizde ‘Artık biz yaşlandık ve unuttuk. Resulden hadis rivayet etmek çok güç bir iştir.’ cevabını alırdık’ sözleri de bu anlatılan sahabenin de konuyla ilgili tavrını gösteriyor. (a.g.e., s. 87)
  • Hadis yazmayı hoş karşılamayan İ. Abbas’ın sadece 20 civarında hadis rivayet etmesine karşılık, fetvalarının ciltlerce kitap doldurması ve bu nedenle miras olarak bir hayvan yükü kitap bırakmış olması da anlamlıdır.
  • Tabiinin büyüklerinden olan İbrahim en Nehai (Ebu Hanifenin hocasıdır) sadece bir hadis rivayet eder ve bunun üzerine ‘Hz. Peygamberden bundan başka hadis ezberlemedin mi?’ diyenlere, ‘Evet ezberledim. Ama ‘Abdullah şöyle dedi’ ‘Alkame böyle dedi’ demek bana daha sevimli geliyor’ cevabını verir.
  • Başka bir tabiin büyüğü olan Şabi: ‘Hadisi Hz. Peygamberden başkasına nisbet, bana daha sevimlidir. Eğer hadiste noksanlık veya fazlalık olursa Hz. Peygamber’den başkasına ait olmuş olacaktır’ diyerek, konunun esasını açıklar.

 

Hadisler Toptan Reddedilemez:

Resulullahın, Allah’ın ortağı olmadığına inanarak, akıllıca davranıp hadisleri ne toptan reddetmek, ne de toptan doğru kabul etmeliyiz. Zaten bu işle ilgilenen imamlar da böyle yapmışlardır. Biz kolaycılığa kaçmamalıyız. Toptan kabul de toptan reddedicilik de kolaycılıktır. Bunun için bize intikal eden rivayetleri çok iyi bir süzgeçden geçirmemiz gerekir. Kur’an ışığında ne denli sağlam olduğuna bakmalıyız. Bu işte yanılabiliriz de. Bizden öncekiler de yanılmışlardır. Yanılmayan yalnız ALLAH’tır.

Bir çuvalda çürük bir patates var diye bütün çuval atılmaz, ayıklanır. Aynısını biz de yapmak zorundayız, çünkü aklen de bütün hadislerin uydurma olması mümkün değil.

 

Güvenilir de olsa, hiç bir ravinin hataya düşmekten korunmuş (masum) olmadığı hatırdan çıkarılmamalıdır. Kişi rivayeti olan sözler inanç temeli yapılamaz. Çünkü kişinin iç dünyasını bilmek çok zor.

Mütevatir Hadisler:

 

Mütevatirin tanımı; yalan söyleme­leri aklen mümkün olmayan bir cemaa­tin yine yalan söylemeleri mümkün ol­mayan bir cemaate rivayet etmeleriyle bize kadar ulaşan haber, şeklinde yapılmıştır.Ve ardından böyle bir ha­berin yakîn ifade edeceği, dolayısıyla akideye taalluk eden meselelere mesned olabileceği savunulmuştur.

 

Fakat burada karşımıza iki zorluk çıkmaktadır:

 

  1. a) Mütevatir haberlerin azlığı ve bu­na rağmen yine de Kur’an gibi tevatür derecesine ulaşamaması. Mütevatir hadislerin sayısı hakikaten çok azdır. İbn Salah mütevatire misal olarak yal­nızca 1 hadis gösterebileceğini, onun da “men kezebe aleyye…” hadisi oldu­ğunu söylemiştir.[1]

 

Gerçi mütevatir hadislerin çokluğu da savunulagelmiştir. Denilmiştir ki; iş­te dünyanın doğusunda ve batısında elden ele dolaşan bu hadis kitapların­daki hadisler mütevatirdir, kimse onla­rın hakikatini inkar edemez…

 

Bizi burada ilgilendiren böylesi bir meşruiyet aramaktan ziyade, bu hadis­lerin itikada temel teşkil edip edemeye­cekleridir. Kur’an Rasulullahtan bu ya­na hiç bir grup, fırka ve mezhebin üzeri­ne ihtilaf etmediği ve hatta ittifak ettikle­ri tek kaynak olmuştur. Ne bir ayet az, ne de bir ayet fazla. Birbirlerini tekfir eden, meydanlarda birbirlerine kılıç çe­ken insanlar, sadece “kitap” üzerinde müttefik olmuşlardır. İşte tevatür bu­dur.

Halbuki hadis için aynı şey sözkonusu değildir. İbn Salah’ın mütevatir olarak gösterdiği “men kezebe aley-ye…” hadisinin bile bir çok varyantı mevcut olup lafzen mütevatirliği tartı­şılmaktadır. Bazılarında “müteammiden” kelimesi eklenmişken, diğer bazı­ları yalın halde rivayet etmişlerdir. Bir de bu hadis tartışmasının sadece Ehl-i Hadis ekolü arasında yapıldığını gözetmemiz gerekir. Halbuki öte yan­dan Ehl-i Sünnet, Şia, İbadi, Zeydi, Mutezili denen büyük bir kitle mevcut. Ve bunlardan, bir hadis konusunda birinin kabul edip deliller ileri sürdükleri hu­suslara diğeri aynı şekilde deliller geti­rerek karşı çıkmaktadır, işte bu nokta çok önemlidir. Zira bu dinin akidesi böyle tartışmalara taraf olarak değil, bi­zatihi tüm tarafların ittifak ettiği her yö­nüyle muhkem (korunmuş) bir kaynak­la oluşturulabilir.

 

  1. b) İkinci zorluk da akideyi oluşturan esasların gaybi oluşu ve gaybın da an­cak Allah’ın bilgisi dahilinde oluşudur. Rasulullah (s) da ancak Kur’an’da bildi­rildiği kadarıyla gaybe muttalidir ve bu bilgileri tüm insanlığa tebliğ etmiştir. O kendisine vahyedilen herhangi bir vah­yi yanında tutmaya, bilgisini kendisine saklamaya muktedir değildir.[2]

 

“Mütevatir olan hadislerde Kur”an  dışı bir gaybi ihbar” bulunması düşünülemez. Böyle bir şey teorik olarak tamamen imkansızdır, hatta muhaldir. Eğer, mütevatir olduğu söylenen bir hadisde  böyle bir gaybi ihbar varsa, o ne hadistir, ne de mütevatirdir. Daha doğrusu, bilhassa mütevatir olmadığının açık delilidir. Çünkü Allah Kitabı’nda, Rasulü’nün gaybı bilmediğini, onun da risaletin dışında normal bir beşer olduğunu açık açık bildirmektedir. Bu konuda hiçbir kuşku bulunmamaktadır. Dolayısıyla herhangi bir hadiste gaybi ihbar bulunamaz. Bu alanda Kur’an’dan başka ne mütevatir mevcuttur, ne de gaybi ihbarın Kur’an’dan başka kaynağı olabilir diye inanmamız zaruridir. Allah kendi bilgisine hiç kimseyi ortak kılmamıştır.

 

 

 

[1] Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, AÜİF Yayınları, s. 348

[2] Hakka Suresi 46. ayet, Hud Suresi 12. ayet